18.05.2009 23:37:56
Kod Adı Karabasan 'Kıran ket desta Şerefdînê’i *' dedi reis Kanatlarını açmıs Kara kartallara benzeyen Berti çadırlarına bakar iken Tevellüdü bilinmez Kimbilir Belki de asırlarca Munzur Karlıova Şerafettin dağlarında Derin uçurumların kenarına Kurarlardı göçlerini Korkusuzca Meşe ağaçları rüzgarlarla sevişirken Abu hayat gölünü arayan Bakır tenli delikanlılar Atların belini kırarlardı Yaylalarda Cirit oyunu oynar iken
Oysaki şimdi Âkıbeti meçhûl kralların Fermânı inmiş Kara bulutlar gibi dağlara Yaylalar yasaktır size! demiş Kendini bilmezin biri Bir iblis paşa Kahır sarmış ovaları Yaylaları Dağları ince belli Beritanlı kızları Bereketli sürülerini yaylayamaz Yağız benizli çobanlarla Oynaşamaz olmuşlar şimdi Mümkün mü yasını tutmamak Yanmış Kül olmuş yüce dağlarının Suları akmaz olmuş Murat Çayı'nın Hâlâ plastik bidonlardan içilse de suları Binlerce göl Izdıraba kesmiş Ağlıyor şimdi kederinden Zarı- zarı
Hatırlar Güçlüdür belleği mutluluğun Yaylalarda yanan ateşlerin Birbirine göz kırptığı günleri Düşler karakuş oyununda Söylediği o yanık türküleri Aşiretin ağzı süt kokan bebeleri Yanık tenli anaların kucağında Kala kalmışlar şimdi Tanrıça İştar’ın Zavallı varisleri
II:
Öfkenin ve acının Cisme kestiği bu günlerden Bir hayli önce Gecenin dudağından karanlığı emen Bir göz vardı Gezinen Kıl çadırların üzerinde Kod adı 'Karabasan' Diye bilinen Uğursuzluğu üzerinde taşıdığı Söylenen Karanlıkların ülkesinden Gözleri lanetli Yüreği kitli bir yiğit Girmeden jandarmanın menziline Uğradı kıl çadırlara sessizce Söyledi bir kaç kürtçe beyit ‘'Bulusalim ’'dedi 'Suların üç kanaldan kesildiği İbni Cehir’in ihanetine uğrayanların ülkesinde Kurdukları on iki güzlü köprünün üzerinde Ölüler dansını yapacağız seninle Gizlice'
Görünce o boz bulanık gözleri Tutkunun kıskacı sarıverdi Savunmasız koçer bedenimi Sorgulamadan üzerindeki lanetin sebebini Gururum Sefil bir itirafçı gibi Kendine ihanetin çukuruna Dalıverdi
Düştüm lanetli gözlerinin şerrine İstemeden. Çaldı ışığını Sin’in Titreyen Ellerimden Gönlümün mabedi karanlıklara gömüldü Ebediyen Sonra yönünü güneye verip Omuzuna atarak mağrur ihtişamını Terk eyledi bizim ocağımızı Beklemeden
Mavzer atışları duyuldu Peşinden Belli ki karargahın bulunduğu Yönden Akıbeti soruldu yıllarca Cephe gerisinden
Sonra kıran girdi Yaylaların bereketli sürülerine Çiplak memelerle Bebelerini emziren Aşiret kadınlarının sütlerine Ardından Birde gelince yayla yasakları Reis dedi ki ‘ Laneti sardı göçü’ Tutuşurken kıl çadırların ucu Tutuştu karanlık ülkesinde ruhlar Çadırlara karışarak Cümle uğursuzluk çöktü üstümüze Faturası kesildi bizim hanemize Vebalini rüzgardan değil Benden sorarlar Cüzzamlı bir nağme gibidir şimdi Çobanların çaldığı bütün kavallar 'Diyarbekir’de kurulsun divan-ı harbi' der reis 'Cürümü mü neden hâlâ Bingöl’de ararlar? '
Kucakladım ayaza kesmiş karlı dağları Daldırdım ellerimle yüreğimi Tipi Borana Oysaki güllerin fışkırdığı aylardan mayıs ayında Kulağına destanımı fısıldayıp Taşlaşmış yüreğinin buzunu Çözmeyi düşlemiştim Kapımıza neden geldiğini Sormadan Bakır taslardan ayranımızı Kana kana içmesini istemiştim
Dağlara meydan okuyan asi yüreğim Şimdi pusuya düşmüş bir yaralı ceylan Çarpıp yanlızlığın aynasına Düştü Yerdeki granit parçacıklarının Arasına Yanık çobanların Derin uçurumlara üflediği gizini Arar Kovuklar Kümbetler Mağaralarda Asırlar boyu Onun izini
Yokluğunun sükuneti Beterdir kabir azabından Karanlığı akıtırım şimdi Göz pınarlarımdan Başaklar yaz baharda Buza keserken Boğdular ümidimi Mendo suyunda Yüzdüremeden
Karabasan hayaliyle zikre durdum Ateş sunaklarına yüzümü dönemem Kaybettim ışığını güneşin de ayın da Mor dağlarını artık göremem
III:
Kandillerin sönüp Mumların eriyip Tükendiği bir gece Tutunarak kıl cadırın Orta direğine Çekilmiş iplerine Bir kavga doğurdum Derin yanlızlığıma Aşiret kadınlarından Gizlice Dirençle emzirip Besledim kinle Elimin hamuru ile salyasını silmeden İnci boncukla gerdanını süslemeden Kavgam düştü Ölümcül düşümün davasına Güllerin goncasını silkeleyip Yırttığı Aylardan mayıs ayında Uykulardan uyanıp Yumurta sahanlarına saldıran Kolları şark çıbanlı Bebelerin diyarında. Şahin tepesinden asağı salıverdi bedenini
Sıra sıra dağları aşıp Kerkis gölünün sularından geçip Aksakalli pirin Elinden bir yudum suyunu içti Vardı uçsuz bucaksız Dicle vadisine
IV
Kavgam arasın ışığını Sin’in Ben karanlık mabedimde Kendi çilemdeyim Daire kendi üzre kapanır her daim Yüz karası değil Yürek yarasıdır bu çektiğim Mavzer gibi beynime dayanan o naletli gözleri Atılan her adımda beni uçurumlara çağıran O dayanılmaz isteği Kapattım kendi dairemde Kendi üzerime çemberi Çember döner Ben dönerim Dönen derviş etekleri gibi Akbabaların leşe inmeden önce Dönüp durdukları gibi Pervaneler ışıklara çarpıp dönerler Bense dönerim azgın suların kara girdabına Kapılarak gidenler gibi
V
Günlerden bir gün Bir kara kartal kondu Kıl cadıra Çağırdım onu yanıma Dairenin içini göstererek. Girdi yasak çemberine Asırlık zikrime son vererek Çekinerek uzattım ellerimi Ayağına takılmıs pusulaya Kavgam haber salmış Buluşma yerinin sırrını çözerek Kadiri şişleri düştü ellerimden Teker teker eğrilerek '‘On iki gözlü köprü Diyarbekir’'dedir’der, 'Yetiş yolları düzleyerek. Geçmişinden utanmayan Yiğitleri tükenmeyenlerin memleketinde İlk ihanetten sayılır İbni Cehrin ettiği Kendi milletine Onlar ki yapanlardır Kanallar Hamamlar Kervansaraylar Mervani’lerdir Diyarbekir' de on iki gözlü köprüyü kuranlar'
Kartal sildi izini çemberin Kanatlarını yerde sürüyerek Gözlerimden bir yaş parladı birden Karanlığın rengini delerek Böğrümden çekip attım şişleri Adımladım çemberi Yıllar süren tereddüdümü yenerek
VI
Uçar gibi yol aldım Kızgın doğu rüzgarlarının duldasında Bazalt kokularının esrarengiz diyarına Vakit kaybetmeden vardım Görünce şehrin surlarını Çocukluğumda gördüğüm Diyarbekir’i anarak Fikrim kanatlandı Kendi vahşetinden kurtularak Mümkün mü eskisi gibi yeniden Sin mabedinde Aya ve yıldızlara yakarmak
Kara kuru bir cocuktum İlk gördüğümde bu destanlar şehrini Serap misali koşmuş idim Görünce Hevsel bahçesinin Nadide güllerini Çay önünden gelen dev gibi karpuzları Heybelerine sokmaya çalışırken Aşiretin erleri Çocuklar Hatun Kastal'ına kaçmışlar idi Bağlardan koparıp Salkım salkım Üzümleri
Reisin oğluna bir toy kurulacaktı Bir kız alınıp Kan davası büyümeden son bulacaktı Açılınca kız evinin demirli tahta kapıları Göçebe çocuk fikrimde kalan Sanki Alamut Kalesinin cennet sarayı İçerimiz serinledi Kadınlar dişi taşlara su dökerken Eyvanlardan yükseldi bir buğulu serinlik Meyan kökü şerbetini içerken Efsaneler şehri Diyarbekir’i Hep bu toy şenliği gibi hatırladım Kısmet bu güneymiş diyerek Yıllar sonra şehre Surlarından daldım
Gecenin karanlığına alışmış gözlerim Büyüdü yuvalarında Kuzgunlardı ilk gördüğüm Yuvalanmış mağrur burçlarına Oyunu büyük oynamış Tanrı Bu kızgın topraklarda Sanki dünyayı ıskalamış da laleti Tam göbeğinden vurmuş Diyarbekir’i On iki kanlı okla
Buradaki felaketin sebebi Yine, kod adı Karabasan olan yiğit değil besbelli Nakkaşların işlemeye takatlerinin yetmediği Gasp edilen bir cennet tasviri Diyarbekir’i On ikinin uğursuzluğu vurmuş Aslanlı çeşmenin billur gibi soğuk suyu Akmaz olmuş Zincirli bakır taslardan Buz gibi sular İçilmez simdi Nerelere gizlenmiş Çağırın gelsin Buralara ilk yerleşen Anlatsın insanlığın ilk doğuş hikâyesini
Açılsın Urfa kapı gibi Kara toprak açılsın Diriltin binlerce yıldır kızgın toprağı doyuran Şehitlerini Anlatsınlar Ben- u- Sen burcundan Göklere yükselen O görkemli özgürlük direnişlerini
Artık çocuk sesleri Kuş cıvıltıları değil duyulan Derinlerden gelir, kadınların ağıt sesleri Geceleri tütsü yakar küçelerde Gözleri yaşlı Gönülleri yaslı Yetimleri Kümbetli mezarlarda değil, sokak aralarında Mağaralarda kurur Bakır tenli yiğitlerin Cesetleri Şeytanın ortaklarının vahşetinden titrer Asırlara meydan okuyan Görkemli camileri Kiliseleri
Pimi çekilmiş gibidir Tüm korku ve kederlerin şimdi Sürüklenirken kudurmuş zaman nehrinde Surların dibinde buldum Kavgamı 'Günahlarımın kiri.' Umutsuzca Mehtabı bekleyenlerin yanında Kanlı bir türkü bulaşmış Damar Damar Yarılmış dudaklarına Temizledim aslanlı çeşmenin kurnasındaki Bir avuç çürümüş Çamurlu suyla Yorgundu aramaktan ışığını Sin’in Mehtapta bulurum deyip Durmuş surların kenarına Oysaki bu diyarda mehtap Zından mahkûmû edilmiş Asırlarca
Tutulmaz asla çilesi Bitmemiştir bu toprakların Zerdüşten, İbrahim’e en acısıdır Bu gördüğüm belki Amma Efsanesidir Zalimlerin Zulm ederken bilmedikleri Yedi kardeş burcundaki Aslanın gözleriyle işaret ettiği Karun hazinesinin yeri Karanlığa gömülür mü bilmem Benim ebedi karanlıktaki ruhum gibi
Ben zaten iştirakindeyim ızdırap seferinin Yüreği kitli yiğidi Yerdeki cesetler arasında ararım Bulamam, sır olup giden Lanetli gözlerin Eski söylencelerdeki gibi Benim bedenimde bu viran olmuş şehir gibi Kendi lanetinde asırlarca debelendi
Ararım Yanlızlığı sırtıma kara bir keçi postu gibi atan Nerededir bilinmez işte O yüreği kitli adam Lanetini ruhuma Kara bir dövme gibi basan
Aslan izinde sırtlan pençesidir aradığım Boşuna Ben asla eremem Tenimde Muradıma
Hurrilerin Mervanilerin Tarihinden arta kalan Koparılan bir kişniş gerdanlık gibi Dağılıp saçılmış Her biri Bir yana Topladım on iki depreminin tüm harabelerini Kavgamla beraber yükledim Yorgun sırtıma Izdırap alev alev kaynarken Kör düğüm olmuş damarlarımda Belki bulurum kara sevdamı diyerek Yol aldım Diyarbekir zındanına
Zından zifiri karanlık Yılan çıyan durmuş kapısında Afsunludur benim göçer bedenim Zarar veremez bu mahlukatlar bana Koğuşları gezip Hücreleri dolaştım Cesetler avluya dağ gibi dizilmiş Belli ki Halit Bin Velid’in Asya’lı varisleri Buralardan atları ile Dolu dizgin geçmiş . Koptu şah damarım Düğümledim dayansın diye Dicle sularına kadar Hıncını hala savaş meydanlarında Bileyenler gördüm 'Güneşin ve ateşin çocukları' İşte Hala buradalar
Görmeseydim keşke böyle Diyarbekir’i Nurun Karanlığa akmasını isteyenlerin Bu uğursuz zaferini Dayanırdı yüreğim İbni Cehrin ihanetine Görmeseydim keşke On iki eylülün bu büyük darbesini Unutup gitmiştim çoktan On iki martın kara postal izlerini Yıkmak isterim Şeytan dürter nefsimi Kanuni'nin Diyarbekir’deki O muhteşem kitabesini
VII
Sözün söz İnsanın insan olduğu bu topraklarda Ölüler dansıydı bana kod adı Karabasan'ın Söz verdiği Farkım kalmadı işte Kara topraktaki ölülerden Kan akıyor Oluk oluk su yerine Dicle’den Bilmiyorum Hangi halkın ana dilinde anlatmalı? Vuslat bulamazsın bu öyküde Sadece Sin’in ışığı aranmalı
'Ava Dîcle’yê tê rê li ber Xwedê*' sözleri Döküldü reisin ağzından. Kan tutar beni On iki gözlü Köprüden Dicle’ye bakamam. Unuttum dileğim neydi Hatırlasam bile Bu kan seline atamam.
Gelsin zılgıtlarla Aşiretin çıplak memelerinden ar etmeyen kadınları. Ardım sıra salsınlar dileklerini. Tüketeceğim artık, Yaşadığım bu cinnetli kabusları.
Çağırın getirsin yağlı urganları. Haber verin aşiret reisime. Diyarbekir’i burçlarından dolayıp Düğüm düğüm Bağlasın yüreğime On iki gözlü köprü Izdırabımdan çöktü Altısı kapıldı Dicle’nin akan nefretine. Bende düşerim Düşen sütunlarıyla beraber Giderim, Kapılıp kan seline
İsrafil işaretini verdi Günlerden on iki doğduğum tarih idi On iki ye ait ne varsa Galu- beladan beri On iki evliya On iki imam, On iki havari On iki mart On iki gözlü köprü ve On iki eylüllü darbeyi Kendimle beraber çekerim cehennemime
*Şerafettin ovasına kıran düştü (kürtçe) *On iki gözlü köprü Diyarbakır'daki on gözlü köprüye atfen *Diclenin suları Allaha gider (kürtçe) Eski bir inanç.
YAZAN AYDAN ALIM
Ekleyen/Kaynak: hikmet
Bu bölüme Siir ekleyebilirsiniz. Siir eklemek için
tıklayın
Henüz yorum eklenmemiş
|